SiyahNur |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÜSTADIN DİLİNDEN...

"Dokuzunce mes'ele: Ey ihvan, madem Cenab-ı Hak kemal-i rahmetiyle bizi Kur'ân-ı Hakîm'e hizmetkâr kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor, biz de rahmetine ve inayet ve tevfîkine istinad edip, merkez-i nuraniyenin etrafında mütesanid daire-i muhita olmaya çalışmalıyız. Hatt-ı Kur'ânî'nin ref'ine çalışanları susturmalıyız. Kur'an'ı unutturmaya niyed edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.."
BEŞİNCİ EMARE:
Ecnebi hurufatını ehl-i İslam'ın en mühim hükümeti resmi bir surette kabul ve neşir ve cebir ettiği halde Risale-i Nur şakirdleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur'âni'yi harika bir suretde neşr ve ta'mim ve muhafazasına çalıştıkları bir zamanda Hazret-i Ali (ra) tarihiyle ondan haber vermekle gaybî keramatı beyan ettiği yerde ulemâ içinde birisine iltifat gösteriyor. Elbette bu iltifatın gerçi çok efradı olabilir. Fakat bu kerine-i hal gösteriyor ki, Risâle-i Nur şakirdleri bir hususiyyet kesbetmiş ki, Hazret-i Ali (ra) iltifatıyle Risale-i Nur'u alkışlıyor..
ALTINCI EMARE: ... kuvvetlidir, fakat yazamayız.
YEDİNCİ EMARE: ... zâhirdir, fakat gösteremeyiz.
EL-HASIL: Hz. Ali (kv) ecnebi hurufuna karşı şiddetle teessüf ve hiddet ettiği ve bid'aya taraftarlık eden bir kısım ulemâ-i sû'e karşı şiddetli nefret ve hiddet ettiği yerde irşadkârâne bazılarıyla konuşuyor. Ve Hazret-i Cibril'in tâbiriyle "sekine" ismi verilen ve ism-i a'zam sandukçası olan "">esmâ-i sitte"ye devam edeni irşad ediyor, taltif ediyor..
İşte o, esmâ-i sitte'nin devamından teraşşuh eden ve o esmânın lemeâtı olan Risale-i Nur ve o Risale-i Nur kendi şakirdleriyle lâ ekal yüz kalemle yüz parça Risale-i Nur'un eczalarıyla ve intişar eden yirmi bin nüshasıyla lâ ekal yüz bin adamı hurûf-u Kur'âniyye lehine ve sünnet-i seniyyeye ittibaâ ve imanlarının takviyesine ve Hazret-i Ali (kv)'nin "Yâ eyyühel ihvan" tabir ettiği ihvanları içinde hususî bir surette onlara bakıyor..."
18. LEM'Â'DAN BAZI İKTİBASLAR..
Hz. Ali (kv) ve Gavs-ı A'zam (Abdülkadir-i Geylani hz.) nin bazı kerametleri hakkında:
"Hz. Ali (ra) bir kerâmet-i gaybiyyeyi izhar ediyor ve diyor ki: "Ahrifu ecmin suttırat tastîran -Bitte bihel emirü vel fakîran-" yani 14. asr-ı Muhammedîde, 1349 ve Rumice 1347'de Arabi hurufunu terkedip ecnebi ve ucmi hurûfuna İslam içinde başlanacak.
Hem umum fakir ve zengin, amir ve işçi, çoluk ve çocuk gece dersleri ile o hurufu cebren öğrenecekler. Çünki bir nüshada "be'te"dir. "Be'te" gece çalışmasıdır. "Bitte" ise kat'ı ve cebri ifade ediyor.
"Ahrifu ucmin" fıkrasındaki "ucmin" ise o zamanın ıstılahınca Arabın gayrı, Latince ve Frengi hurûf demektir..
Risale-i Nur, İmam-ı Ali (ra)ın "Celcelutiyye" adlı eserinden naklen, Kur'ân hattını muhafaza edenlere Latin harflerine fetva verenlere şöyle temas ediyor:
"Hazret-i Ali (ra) huruf-u ecnebiyi İslamlar içinde cebren kabul ettirmek hadisesi ile ulema-i sû'ün bid'alar yardımlarından teessüfle bahsedip o iki hadise ortasında irşadkârâne bazılarından bahsediyor ki, o sekine olan ism-i a'zama ecnebi hurufuna karşı mukabele ediyor. Ve hem ulemâ-i sü'e muhalefet ediyor.
İşte bu zamanda o adamlar Risale-i Nur şakirdleri ve naşirleri oldukları şüphesizdir. Çünki onlardır ki, hatt-ı Kur'an'ı muhafaza ediyorlar. Ve bid'adkâr bir kısım ulemâya karşı da mukavemet ediyorlar.."
|
(Sikke-i Tasdik-ı Gaybiyye, sh. 130-130)
|
NOT: Sitemize 18. lem'a'dan konumuzla alakalı yerleri aldık. Daha fazla bilgi için lem'alar veya sitte-i tasdik eserlerinin Osmanlıca esas nüshalarından temin etmeye çalışınız. Latince baskıların çoğunda bu risale bulunmamaktadır..
|

Bediüzzaman şahsiyet itibariyle kadere teslimiyet eden bir kişi olup, karşılaştığı hadislerde kuru kuruya bir itirazdan çok, üzerine düşen vazifeyi en ağır şartlarda da olsa nazarı daima ileriye bakar tarzda yapan bir âlimdir. Müdafaalarında doğrudan doğruya bir kişiyi hedef almaz, şahsına yapılan zulümlerden dolayı vâveyla etmez. Bütün isteği cihanşümul bir tarzda ele aldığı davasını insanlara tanıtmak ve düşmanların dahi kurtuluşlarına vesile olmaktır..
|
|
Bediüzzaman nazarı, bakış açısı itibarıyla sathîlikten uzak bir kişiliğe sahiptir. Onun günlük gâilelerin, sıkıntıların, harplerin, siyasi çalkantıların hiç bir ehemmiyeti yoktur. Madem hadiselerin dizgini ilahi bir kudretin elindedir, öyle ise beşere düşen bütün kuvvetiyle yaratıldığı gayeye hizmet etmek, imanını kurtarmaya çalışarak huzur-i ilâhi'ye mesudâne çıkmaktır..
Bediüzzaman skolastikten uzak, fakat iman ve islamın hakikatları ve ehl-i sünnet itikadının tâvizsiz ve hüccetleri kuvvetli bir müdaifir.. Bid'atlara mukabelede son derece kavi ve hassastır. Ona asıl sıkıntı veren, tahammül edilemez hayatı değil, imanın taarruzlara uğramasıdır..
|
|
|
|
Kendisinden uzun yıllar sonra gelecek mesud nesle hitaben "Ben acele, kışda geldim..." diyen Bediüzzaman, hakikaten de zor zamanda yaşamış ve zor zamanda konuşmuştur. Esasen kendisini dünyaya bağlayan bir şeyi olmayan bu zat, hiç bir zaman ve zeminde eğilip bükülmemiştir. Rüzgarların esiş istikametine göre şekil almayan Said Nursi, körü körüne bir saltanatçı olmamış, bilakis hakiki bir cumhuriteyçiliği müdafaa etmiştir.
Ancak onun cumhuriyet anlayışı diğer cumhuriyetçilere uymamış olacak ki, vefatına kadar epey sıkıntı çekmiştir...
|
|
|
|
Şanlı Osmanlı Devletinin ihtiyarlayıp çöküşünü gören ve yaşayan Bediüzzaman, Kurtuluş savaşından sonra beklediğini bulamamış ve siyaset aleminden ve siyasetçilerden uzaklaşmayı tercih etmiştir. Ancak daha sonra gelişen hadiseler onu durduğu yerde bırakmaycak ve yeni bir mücadelenin içine çekecektir. Bir takım isyan, mahkeme, sürgün, idamlarla sancılar çeken memleket ard arda gelen iknilaplarla iyice değişerek, her defasında Doğru'dan ve İslamdan biraz uzaklaşır olmuştu. Bunların en ağırı da şüphesiz harf inkılabı olmuştur. Milletin bin yıllık harflerini terk edişi, can damarlarından birinin kopuşu demekti..
|
|
 |
|
Bütün bu ahval gözönüne alındığında Bediüzzaman'ın İslam harflerini müdafaadan başka bir tavrının bulunması mümkün olamazdı. Hatta İslam harflerinin kıymetini anlayabilmek için öyle yüksek seviyede ilim ve fikre bile lüzum yoktu. Harf inkılabının bu millete neye mal olduğunu hesaplayabilmek için derin bir araştırmaya sahip olmak da gerekmezdi. Biraz uyanık ve cesur olmak bile yetiyor, artıyordu. Hatta bu harflerin bu millet için ne kadar değerli olduğunu anlayabilmek için Türk ve müslüman olmak bile gerekli değildi; biraz akıllı ve insaflı oloan yabancılar bile reylerini İslam harfleri lehinde kullanıyorlardı..
Bediüzzaman çok iyi biliyordu ki, birbuçuk-iki asırdan beri (ve Cumhuriyet döneminde çok daha fazla) hücum ve yağmalara uğrayan topyekûn İslam kültürünü yeniden diriltmek, sadece mevziî bir iki şeyi müdafaa ile olamaz. Hele hele Kur'an harfinin ihmali lie, hiç mi hiç olmazdı. Ve işte bu hassasiyet ve istikamet sebebiyledir ki, hemen vazgeçilmez tavrını koyan Bediüzzaman talebelerine -kız, erkek, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden- Risale-i Nur'u Kur'ân harfleriyle yazmanın ve İslam yazısını muhafaza etmelerini emretti..
|
|
 |
|
Risale-i Nur ve İslam harflerini muhafazaya çalışmanın mantığı bir kaç haklı sebeb bağlanmıştır: Bunlardan biri bid'atların önüne geçmektir. Hatta bu meseleye ehemmiyet vermeyen talebelerine ikazda bulunarak der ki:
"Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserlerine meslek ve meşreb ayrı, ve bid'atlara müsaid gittiği için Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-ı imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'atlara karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerinden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur'aniye'yi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur'aniye'ye ilm-i din perdesinde te'sirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar.
Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillah ayıldılar. İnşaallah tamamen kurtulurlar."
(Kastamonu Lah. 27. mektuptan)
|
|
Diğer bir mühim sebep olarak da, İslam alemin ekserisinin yazısı olan İslam yazısını muhafaza etmeyi gösterir. Bu arada Risale-i Nur'un merakla neşrine çalışmak hem de sevap kazanmak gibi iki güzel neticeyi de belirtmeden geçemez:
AZİZ, SIDDÎK KARDEŞLERİM!
Sizin bu defa neş'eli, güzel mektuplarınız, Risâle-i Nur'un serbestiyeti ve matbaa kapısıyla intişarı hakkında beni çok mesrur eyledi ve kahraman Tahiri'nin yine bu ehemmiyetli işte çalışması için buraya gelmesi, beni şiddetle dünyaya bakmağa sevketti.
Kalben dedim: Madem kardeşlerim bu derece istiyorlar, çaresini arayacağız. Gecede kalbime geldi ki, iki ehemmiyetli sebepten inayet-i İlâhiyye tam serbestiyet ve eski harflerle tamamını tab' etmek müsaade etmiyor.
BİRİNCİ SEBEP: İmam-ı Ali'nin (r.a.) işaret ettiği gibi, perde altında her müştak, kendi kalemi ile veyahud başka kalemleri çalıştırmasıyla büyük bir ibadet ve ahirette şehidlerin kanıyla râcihâne muvâzene edilen mürekkep ile mücâhede hükmündeki kitabetle envar-ı imanı neşretmektir. Eğer tab' edilse, herkes kolayca elde ettiği için, kemal-i merakla ona çalışmaz, bilfiil neşrine hizmet vazifesini kaybeder.
İKİNCİ SEBEP: Risâle-i Nur'un mühim bir vazifesi, âlem-i İslâm'ın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan huruf-i Arabiye'yi muhafaza etmek olduğundan, tab yoluyla işe girişilse şimdi ekser halk yalnız yeni hurufu bildikleri için, en çok Risâleleri yeni hurufa bir fetvası olup şakirdleri de kolay yazıyı tercih etmeğe sebep olur. Onun için, şimdiye kadar pek çok müstehak ve layık iken, Risâle-i Nur'a serbestiyet verilmemişti. Lillâhilhamd, şimdi hakikatlarının kuvvetiyle serbestiyeti kazandı. Hatta eski harfle tab' yasak iken "Ayet'ül Kübra" yı bize teslim ettirip bir kerâmet-i ekber gösterdi.
Biz şimdi gayet mühim ve herkese lazım "Meyve" ile "Hüccet'ül Bâliğa"yı ikisi bir cild olarak yeni hurufla teb'etmek için Tahiri ile İstanbul'a gönderdim. Yalnız Meyve'nin onuncu ve onbirinci mes'elelerini vakit bulamayıp teshihsiz ona verdim. Şayet tab'edilse, o iki mes'eleyi tam tashih edip bana gönderirsiniz.
Hem o iki Risâle, ya dahilde, ya hariçte, aşikâre veya gizli, İstanbulda veya dışarda eski harflerle tab'etmek lazımdır.
Hem "Mu'cizât-ı Kur'aniye" zeyilleriyle ve "Mu'cizât-ı Ahmediye"(asm) dahi zeyilleriyle beraber ikisi bir cild içinde eski harfle imkan dairesinde ya İstanbul veya başka yerde eski harfle, tevâfuklu "Hizbün Nuriye", "Hizb-ül Kur'an" gibi tab'etmesine çalışmak lâzımdır ki, Kur'an-ı Mü'ciz'ül Beyan'ın göze görünen tevâfuk mu'cizesinin muhafaza ile tab'edilmesine mukaddeme olsun. Fakat temenni ile, meşveret ile, ihtiyat ile bu kudsî mes'eleye çalışmak lâzımdır.
Umum kardeşlerimi birer birer selam ve selâmetlerine dua ederiz. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun, en eski şakirdlerinden olan kâtib Osman ve Halil İbrahim, hiç sarsılmadan, değişmeden sadakatlerinde demir gibi devam edip çoklara da hüsn-i misal oluyorlar.
SAİD-İ NURSİ
{Bu mektup aynı zamanda tab' edilmesine müsade verilen eserleri de göstermektedir..}
Emirdağ lah, 27. mektuptan (Envar neşr. baskısı, sh. 82)
|
|
Burada Bediüzzaman mühim bir şeye de işaret etmiş olmaktadır: Türkiye cumhuriyeti her ne kadar Harf inkılabı yapmış ve eski harfleri tamamen yasaklamış olsa dahi, ne harflerinden ne de İslam aleminden asla kopamayacaktır. Öyle ise İslam alemiyle aramızda en kuvvetli bağlardan biri olan yazıyı, ehemmiyet vererek muhafaza etmek lazımdı. Zira bu yazı aynı zamanda Kur'an yazısıdır. İslam alemini hiç hesaba katmasak dahi, sırf Kur'an-ı Kerim'in yazısı olması bile, onu şiddetle muhafaza etmek için kâfi idi.
Nitekim zaman Bediüzzaman'ı haklı çıkarmıştır: Bugün artık üniversitere varıncya kadar, resmî ve gayrıresmî oalrak -mecburen- öğretilmekte ve öğrenilmektedir. Zaman geçtikte daha da kuvvetle bu işin üzerine gidilecek ve ecnebilere karşı mahcub olmaktan kurtulacağız..
Meslek ve meşrebi, imana hizmet usulü itibarıyla, düşmanlarına bile yumuşak bir tarzda söz ve ifadelerle hitab eden ve bunu bir esas haline getirmiş olan Bediüzzaman, İslam harfleri söz konusu olunca -nadirattan da olsa- biraz sertleşmiş ve Harf meselesinin ehemmiyetini anlatmak istemiştir:
|
|
 |
|
"Dokuzunce mes'ele: Ey ihvan, madem Cenab-ı Hak kemal-i rahmetiyle bizi Kur'ân-ı Hakîm'e hizmetkâr kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor, biz de rahmetine ve inayet ve tevfîkine istinad edip, merkez-i nuraniyenin etrafında mütesanid daire-i muhita olmaya çalışmalıyız. Hatt-ı Kur'ânî'nin ref'ine çalışanları susturmalıyız. Kur'an'ı unutturmaya niyed edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.."
29. mektup, 3. kısım, 9. mesele
|
|
|
|
 |
|
Diğer mühim bir husus da, Risale-i Nur müellifinin Latin harflerinin Türk harfleri olarak kabul etmediğidir: Nitekim, "Hüsrev Altınbaşak Türk harflerini kanunlara aykırı olarak Asa-yı Musa ve Zülfikar gibi mecmuaları Arap harfleriyle yazmış" iddiasına mukabil, "Şimdiye kadar Kur'an harfleri ve hattı Türk milletinin hatt-ı kadimi olduğu halde, Latin harflerini Türk harfleri deyip Kur'an harfleriyle Asa-yı Musa'yı yazan Hüsrev'i mes'ul etmek birkaç vecihde yanlış olduğunu ehl-i insaf anlar."(Şualar, 415; Envar baskısı) der.
İşin en fazla ilgi çeken taraflarından biri de İslam harflerini kullanma meselesinde Bediüzzaman'ın bizzat kendi talebelerini defalarca ve çok teşvikkâr bir üslupla ikaz etmiş olmasıdır. Zira Bediüzzaman metotlarını elastikiyyetten uzak bir tarzda ortaya koyar. Zamanın değişmesiyle bazı asli vazifelerden taviz verme tarafdarı değildir. Bunu şu satırlarda iyi bir şekilde ifade eder:
"...Risale-i Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-i İslamiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velayet ve esas-ı takva ve esas-ı azimet ve esasat-ı Sünnet-i seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisâtın fetvalarıyla onlar terkedilemez.."
Kastamonu lah., 27. mektuptan; (Envar baskısı, sh. 78)
|
|
|
|
 |
|
Bu cümleden olarak, Bediüzzaman, talebelerini meşhur mektubunda ikaz ve teşvik ederek, İslam yazılarıyla neşir yapmanın, bazı nafile ibadetlerden çok daha mühim olduğunu ve İslam yazısı yazmanın sünnet olduğunu ifade etmiştir:
"Bir kısım kardeşlerime hususi bir mektupdur
Yazıda usanan ve ibadet ayları olan şuhûr-i selasede sâir evradı beş cihetle ibadet sayılan Risale-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadis-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim:
Birincisi:
(...............)(ev kemâ kâl)
yani "Mahşerde ulemâ-yı hakikatın sarf ettikleri mürekkep, şehitlerin kanıyle muvazene edilir, o kıymette olur."
İkincisi:
(..............)(ev kemâ kâl)
yani "Bid'aların ve dalâletlerin istilası zamanında sünnet-i seniyyeye ve hakikat-ı Kur'âniyyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehidin sevabını kazanır."
Ey tenbellik damarıyla yazıda usanan ve ey sofi-meşrep kardeşlerim: Bu iki hadisin mecmuu gösteriyor ki, böyle zamanda hakâik-i imaniyyeye ve esrar-ı Şeriata ve sünnet-i seniyyeye hizmet eden mübarek halis kalemlerden akan siyah nur veya ab-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde, yevm-i mahşerde size faide verebilir. Öyle ise, onu kazanmaya çalışınız.
Eğer deseniz, hadisde alim tabiri var. Bir kısmımız yalnız kâtibiz? El-cevap: bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim hakikatli bir alimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevisi var; şüphesiz o şahs-ı manevi bu zamanın bir alimidir. Sizin kalemleriniz ise o şahs-ı manevinin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsiz olduğum halde, haydi hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebaiyet nokta-i nazarında bir alim vaziyeti verdiğinizden, bağlanmışsınız. Ben ümmi ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır, hadisde gösterilen ecri alırsınız."
Bu mektubun haşiyesi ise şöyledir:
"Bu kıymetli mektupda üstadımızın işaret ettiği beş nev-i ibadetin kendilerinden izahını taleb ettik. Aldığımız izah şöyledir:
1- En mühim bir mücahede olan, ehl-i dalalete karşı manen mücahede etmek,
2- Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım suretiyle hizmet etmek,
3- Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmek,
4- Kalemle ilmi tahsil etmek,
5- Bazen bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî olan ibadeti yapmaktır. [Rüşdü, Hüsrev, Re'fet]
(Lemalar, Osm esas nüsha, sh. 175)
|
|
Bir başka mektubunda ise Bediüzzaman "Risale-i Nur!a intisapla, yazma ve yazdırmayı" ayrılmaz birer parça gibi, bir arada mütalaa etmiştir:
AHİRET KARDEŞLERİME MÜHİM BİR İHTAR..
İKİ MADDEDİR.
BİRİNCİSİ: Risâle-i Nur'a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran Risâle-i Nur talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmi dört saatte benim lisanımla belki yüz defa bazen daha ziyade hayırlı dualarımda ve mânevî kazançlarımda hissedâr olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymetdâr binler kardeşlerin ve Risâle-i Nur talebelerinin duâlarına ve kazançlarına dahi hissedâr olur.
Hem dört vecihle dört nevi ibadet-i makbûle hükmünde bulunan kitâbetinde; hem imanını kuvvetlendirmek, hem başkalarının imanlarını tehlikeden kurtarmağa çalışmak, hem Hadis'in hükmüyle, bir saat tefekkür bazan bir sene kadar bir ibadet hükmüne geçen tefekkür-i imânîyi elde etmek ve ettirmek, hem hüsn-i hattı olmayan ve vaziyeti çok ağır bulunan üstadına yardım etmekle hasenâtına iştirak etmek gibi çok faideleri verebilir.
Ben kasemle temin ederim ki: bir küçük Risâleyi kendinde bilerek yazan adam,bana büyük bir hediye hükmüne geçer: belki herbir sahifesi bir okka şeker kadar beni memnun eder.
İKİNCİ MADDE: Maatteessüf, Risâle-i Nur'un imansız ve emansız cin ve ins düşmanları onun çelik gibi metin kal'alarına ve elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine mukabele edemediklerinden, çok gizli desiseler ve hafi vasıtalar ile haberleri olmadan, yazanların şevklerini kırmak ve fütûr vermek ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytancasına hücum edip dareb vuruyorlar.
Hususan burada ihtiyaç pek çok ve yazıcılar çok az ve düşmanlar çok dikkatli, kısmen talebeler mukavemetsiz olduğundan; bu memleketi o Nurlardan bir derece mahrum ediyor. Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adem hangi Risâleyi açsa benimle değil, hâdim-i Kur'ân olan üstadiyle görüşür ve hakâik-i imâniyeden zevkle bir ders alabilir.
SAİD-İ NURSİ
(Bu mektup aynı zamanda "Şeker mektubu" olarak da bilinir.)
|
|
|
|
Bedüzzaman bütün bunların da ötesinde İslam harflerinin "İlm-i Esrar-ı Huruf"u ilgilendiren tarafını da ele alarak, Hazret-i Ali(ra)nin Harf inkılabını tam tarihiyle haber verdiğini ve hatta tatbik şeklini dahi açık ve sairh bir şekilde beyan ettiğini söyler: İslam Harfleriyle Sikke-i Tasdik-i Gaybi'de 18. lem'a'da bu hususta çok dikkat çekici izahlarda bulunur.
Hz. Ali (ra)nin Kaside-i Ercuzesi'si bu hususta hakikaten dikkate değer ve garip şekilde beyanlarda bulunmaktadır.
Yukarıda adı geçen 18. lem'a Bediüzzaman'ın yazı hususunda en fazla dikkat çekici eseridir.
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
| | |